Macit GÜRBÜZ

Macit GÜRBÜZ

Osmanlı’nın tarih öncesi neden Allah’a havale?

31.07.2020 02:08:00

Bir süredir Rudi Paul Lindner’in Osmanlının tarihöncesi hakkında mevhum yani zihinde oluşturulmuş, ya da kurgulanmış, temelsiz, belgeden yoksun rivayetlerini içeren, 2008 yılında dilimize çevrilen ve Kitap yayınevi tarafından basılan ‘Osmanlı Tarihöncesi’ adlı kitabını okuyorum.

 

Bilenler bilir, Osmanlı vakanüvisleri tarihi kaydederken her hikâyeye bir rivayet eklemeyi çok sever ve uzun uzun yazdıktan sonra, yazdığı her vakanın sonuna ‘doğrusunu Allah bilir’ diye bir ibare eklemeyi gelenek ya da zorunluluk hali olarak görürlerdi.

 

Madem Allah biliyor bu olayları, Allah’tan size vahiy mi geliyordu diye sormak gerekiyor o zaman.

 

Lindner, aslında Herbert Gibbons’un 1983 yılında yazdığı ‘Orta çağ Anadolu’sunda Göçebeler’ adlı çalışmasıyla başlattığı Osmanlı tarihöncesini derinlemesine irdeleme geleneğini bir adım öteye taşıyor.

 

Gibbons yüzünden patlak veren Osmanlının kuruluşuna yönelik tezler üzerindeki tartışmaları yeniden canlandıran Lindner, kendinden önce konuyu bütün yönleriyle irdeleyen Paul Wittek’in gâzâ tezine önemli eleştiriler getiriyor ve Osmanlının tarihöncesi genişlemesinde gazanın sanıldığı kadar etkili olmadığını, çünkü Türklerin o dönem nerdeyse tam olarak yerleşik hayata geçtiğini, fetihlerin gayri nizami olmadığını ileri sürüyor.

 

OSMANLI ARŞİVLERİNDEN İZİN YOK

 

Lindner, gâzâ tezi tek başına etkili olsaydı, bu durumun beylikler için de geçerli olması gerektiğini söylüyor ve gaza değil yağma yoluyla Osmanlının genişlediğini ifade ediyor, etmekle de kalmıyor Osmanlının erken dönem tarihini vakanüvislerin uydurduğu komik mitlerden kurtarmaya çalışıyor. Çünkü gaza tezi birçok tarihsel olayı açıklayamaya yetmiyor.

 

Lindner’e kitabını yazarken Osmanlı Arşivlerinde araştırma izni verilmemesi de iddia ve tezlerini destekliyor. Belli ki birileri bu mit ve kurguların ortaya çıkmasından rahatsız olmuş.

 

“İzin verselerdi teşekkür ederdim, ama maalesef edemiyorum” demiş önsözde.

 

Lindner, Osmanlının genişlemeye başladığı dönemde, gerek sınırları içinde ve gerekse dışında onların tarihöncesi ile ilgilenen çok sayıda vakanüvis ve yorumcunun hiç eksik olmadığını söylerken, diğer yandan çağdaşlarının Osmanlının tarihöncesi ile hiç ilgilenmediğini ispatlıyor ve meydanın uydurukçu ve abartıdan hoşlanan ve yazdıkları vakaların sonunu Allah’a havale edenlere kaldığını söylüyor haklı olarak.

 

Rudi Paul Lindner

Bizanslı kronikçi Pahimeris’in, Bizans’ın çökmesinde rol aldığını düşündüğü Anadolu’daki gelişmelere yer verdiği kroniklerinin incelediği dönemin sadece son altı yılına ait olduğunu vurgulayan Lındner, kaynakların zayıflığından bahisle, ‘Türklerin 1071 ile 1204 yılları arasında neler yaptıklarını kesin olarak bilemiyoruz’ diyor.

 

TARİH DEĞİL MASAL

 

Osmanlının kendi erken dönem tarihinin ne Pahimeris’in girift ve ayrıntılı anlatısına benzediğini, ne de Selçuklu yazıcılarının soylu ve klasik edalı tınısını yakalayabildiğini ifade eden yazar, bunların hemen hepsinin sözlü geleneği, halk söylencelerini ve dedikodu içeren, teklifsiz ve kestirmelere yer veren bir Türkçe ile kaleme alındığını sıralıyor ve ‘Dahası, bunlarda bellek ile icat – inanılır olanla açıkça uyduruk olan – öylesine zorla bir araya getirilmiştir ki, araştırmacıların birçoğu – düzeltilmesini olanak dışı buldukları için – bu metinleri kullanmaktan vazgeçmeyi düşünmüşlerdir’ diyor.

 

Çünkü birbirinden büsbütün bağımsız olmayan bu tarihler, üç ayrı değişke oluşturacak şekilde iç içe girmiş ve denkleştirilmiştir.

 

Örneğin Ahmedi, manzum vakayinamesi olan İskendername’de Osmanlı tarihini tartışmaktan çok onların İslami mücahit yönlerini ortaya çıkarmış, bu yüzden doğru ve güvenilir kaynak olmaktan uzak kalmıştır.

 

Onu takip eden Şükrullah ve Karamani Mehmet Paşa da, Ahmedi’nin kaynağını bolca kullanmış ve Osmanlıyı dinleri uğruna gayret gösteren büyük mücahitler olarak göstermiş ve öve öve bitirememiştir.

 

Saray ve onun yazıcıları ortamdan uzaktır, yazdıkları anonim tarihler Osmanlı tarihinin başlangıcı hakkında söylence ve mevhum hikayelerden oluşmaktadır.

Onlara göre Osmanlının ortaya çıkışı mucizevi bir takdir-i ilahiden ibarettir.

 

Kayıtlı vakalarda Germiyanoğulları mebzul miktarda geçerken, Osmanlı denizde damla gibidir.

 

Bu konudaki son değişken de Osmanlılarla sefere katılan, Selçuklulara karşı ayaklananlardan birinin soyundan gelen bir derviş olan Aşıkpaşazade’nin eseridir.

 

Ülkemizin çağdaş tarihçilik anlayışının öncülerinden olan Fuat Köprülü, öncüllerini okuduktan sonra olayların aktarımına dayanan anlatılardan vazgeçmiş ve bu yüzden Orta Anadolu’nun 13. Yüzyıldaki genel haliyle Selçukluların geç dönem tarihine vurgu yapan bir kitap yazmayı yeğlemiştir.

 

Köprülü, Osmanlı’nın şişirilmiş ve güvensiz malzemesini kullanmak yerine klasik İran-İslam tarihyazımı geleneğine yakın duran geç Selçuklu kaynaklarını incelemeyi daha güvenli bulmuştur.

 

Sonuçta Osmanlıların ortaya çıkışı hakkında, ancak beyliğin kurucusu Osman’dan ya da Atman’dan söz etmeyen bir kitap çıkmıştır.

Çünkü Osmanlı tarihine ilişkin kaynaklar yıldırıcıydı, Osmanlının rakibi Selçukluların vakayinameleri Osmanlıdan daha çok ve güvenilir idi.

 

KÖPRÜLÜ VE BİLİMSEL TARİH YAZICILIĞI

 

Profesör Fuat Köprülü

 

Bununla da bitmiyor, Osmanlı tarihçileri olayların zaman dizimine de müdahale etmişti. Edirne’nin 1369’da ele geçirilişi ile ilgili olaylar, tarihçiler tarafından değiştirildiği anlaşılınca Osmanlının erken dönem tarihine ilişkin çalışma yapanlar bu uyduruk vakayinamelerden uzak durmayı tercih etmişlerdi.

 

Öteki beylikler hakkında daha doyurucu bilgiler vardı. Bu beyliklere ait erken dönem yazıtlar daha fazlaydı ve darphanelerin bastığı sikkeler daha çok ve çeşitliydi. Bu beylikler eninde sonunda Osmanlıya yenik düştükleri için emperyal egemenlik düzeyine yükselmeyi meşru göstermek gibi bir sorun da yoktu ortada, herhangi bir zafer, şan ve şöhret de.

 

Yani Bizans ve Osmanlı anlatıları gayet uyumsuzdur. Bu yüzden Köprülü, erken Osmanlı tarihinin Selçuklu ve Moğollar hakkında Farsça yazılmış kaynaklar kadar güvenilir olmadığını anlamış, Osman ile ilgili öykülerde kurgulananlara folklorik öğelerin karışmış olmasından rahatsızlık duymuş, bu yüzden erken Osmanlı menkıbelerini bir kenara atmıştı.

 

Köprülü, Osmanlı tarihine Avrupalı meslektaşlarının baktıkları gibi bakmayı yurtseverlik saymıştı. Köprülü’nün, Sorbonne’da erken Osmanlı tarihi hakkında verdiği konferanslar daha sonra seçkin ve itibar edilen bir kitaba dönüşmüştür.

 

Keza, Uzunçarşılı da Osmanlı Tarihi adlı eserinin 1. Cildinde Osmanlı vakayinamelerine elinden geldiğince dokunmamaya özen göstermiştir.

 

Wittek’in fikirlerinin değişik bir yorumu Halil İnalcık’ın yayınlarında yer almış ve yaygın biçimde benimsenmiştir. Osmanlının ilk yıllarına ilişkin bu yeni yorumlar İnalcık’ın belirlediği çizgiye yakındır. Bilindiği gibi İnalcık, Osmanlının kuruluş tarihinin 1299 değil, 1302 olduğunu ispat etmiş, kuruluş yeri olarak da Söğüt değil Yalova olduğunu belirlemiştir.

 

Yani Osmanlı’nın erken tarihine ilişkin çok sayıda sorun hala giderilememiş, bazıları da ortaya konamamıştır bile.

 

Yani Osmanlının tarihöncesi; siliktir, ispatsızdır, temelsizdir, şişirmedir ve fludur.

 

Lındner’ın Osmanlı tarihinin kökeni hakkında şu yorumu oldukça dikkat çekicidir, “Osmanlının tarihöncesini araştırmak, pamuk helva yemeye benzer. İştah kabartıcı bir dış görünüm, ancak ağızda bir mukavva tadı”.

 

TRT DİZİSİNİ GERÇEK TARİH SANMAK

 

Herbert Adams Gibbons ise daha vurucu bir yorum yapmış, “Osman’ın atalarını belirleyemiyoruz. Bir olasılıkla içlerinde anılmaya değer yoktu ve o, Amerikalıların dediği gibi kendi kendini oluşturmuş gibiydi”.

 

Bugün Osmanlıcılık oynayanların neden TV’lerde kurgulanmış ya da uydurulmuş, bilimsel ispattan uzak hikayelerle süsledikleri diziler yapıp milletin canına çektiğini anlamak hiç de zor değil. Bilmeyelim, öğrenmeyelim, araştırmayalım, hamasetle coşalım ve ceddim ceddim diyerek çuvalla yalana inanalım; bizden istenen ve beklenen bu.

 

Osmanlının Türkmen’i ezen, yok eden, yok sayan ve etrak-I biidrak (idraksiz aptal Türk) diyerek aşağıladığını hiç unutmamalıyız.

 

Bir Türkmen halk ozanı Olan Dadaloğlu ne güzel özetlemiştir tarihöncesi ispatsız Osmanlıyı:

Şalvarı şaltak Osmanlı

Eyeri kaltak Osmanlı

Ekende yok, biçende yok

Yiyende ortak Osmanlı.

Yorum Yaz
Uyarı: Hakaret içeren Cümleler veya imalar, inançlara, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.